kuran.com

Soru ve Cevaplar


  • Soru

    Kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınlar kimlerdir?

    Cevap

    İslam dininde evlenilmesi haram olan kadınlar âyet ve hadislerde belirtilmiş ve bunların dışındakilerle evlenmenin helal olduğu açıkça ifade edilmiştir.Kur’an-ı Kerim, kendisiyle evlenilmesi haram olan kadınlardan bahsederken öncelikle Cahiliye döneminde bir nikâh türü olan üvey anneyle evlenme âdetine şu ayetiyle yasak getirmiştir: “Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu ne kötü bir yoldur.” (Nisâ, 4/22) Bir sonraki ayette nesep ve süt hısımlığıyla sıhrî hısımlıktan dolayı evlenilmesi haram olan kadınlar sıralanmıştır: “Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, eşlerinizin anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın eşleri, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Nisâ, 4/23) Daha sonra evli kadınlarla evlenmenin de haram olduğu ifade edilmiştir: “…Evli kadınlar (da size) haram kılındı. (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır.” (Nisâ, 4/24) Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de iddet bekleyen kadının başka biriyle evlenemeyeceği (Bakara, 2/235), tek kadınla evlilik esas olmakla birlikte şartlarına uyarak birden fazla kadınla evlenmek isteyen erkek için bu sayının dörtle sınırlı olduğu ve aynı anda dörtten fazla kadınla evli olunamayacağı (Nisâ, 4/3) bildirilmiştir. Bunun yanında kadın olsun erkek olsun müşriklerle evlenmek yasaklanmış (Mümtehine, 60/10) ancak müslüman erkeklerin, Ehl-i Kitap’tan iffetli kadınlarla evlenmelerine izin verilmiştir (Mâide, 5/5).Nisâ suresi, 23. âyette geçen “İki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz de size haram kılındı.” ifadesi, “Kadın, halası, teyzesi, erkek veya kız kardeşinin kızı üzerine (onlarla aynı anda nikâh altında olacak şekilde) nikâhlanamaz” (Buhârî, Nikâh 27; Müslim, Nikâh 37-38) hadisiyle; aynı ayette geçen “Sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz size haram kılındı” ifadesi de “Nesep sebebiyle haram olanlar süt emme sebebiyle de haram olur.” (Buhârî, Nikâh 20; Müslim, Rada 1; İbn Mâce, Nikâh 34) hadisiyle açıklanmış ve böylece ayetin delalet ettiği hükümlerin kapsamı genişletilmiştir.


  • Soru

    Evlenmenin dinî hükmü nedir?

    Cevap

    Kur’an-ı Kerim’de bir âyette, “Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin.” (Nûr, 24/32), bir başka ayette de, “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum, 30/21) buyurulmaktadır.Yine Hz. Peygamber (s.a.s.) birçok hadislerinde müslümanları evlenmeye teşvik ederek; “Evlenin, çoğalın! Çünkü ben (kıyâmet gününde) diğer ümmetlere karşı sizin (çokluğunuzla) iftihar edeceğim!” (Abdurrezzâk, el-Musannef, VI, 173; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, VII, 131); “Ey gençler! Sizden evlenmeye güç yetirenler evlensin.” (Buhârî, Nikâh, 3; Müslim, Nikâh, 1); “Nikâh benim sünnetimdir. Benim sünnetimi uygulamayan benden değildir. Evleniniz. Çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” (İbn Mâce, Nikâh, 1) buyurmaktadır.Nikâh bir yönüyle medeni bir sözleşme, bir yönüyle de ibadet sayılmaktadır. Bir kimsenin cinsel isteklerinin baskın olması nedeniyle günaha girme ihtimali yüksek ise, o kimsenin evlenmesi vaciptir. Günaha girmesi söz konusu olmayan kimselerin maddi durumu müsait olduğu takdirde evlenmesi sünnettir. Yaşlı veya cinsel gücü zayıf olanların evlenmesi mubah ise de, evlenmemesi daha iyidir (İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 343). Bir kimsenin, evleneceği kadına zulmetmesinden korkması halinde evlenmesi mekruhtur (Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 38).


  • Soru

    Kişi hangi akrabaları ile evlenemez?

    Cevap

    İslam dininde evlenilmesi caiz olmayan hısımlar âyet ve hadislerde sayılmış ve bunların dışında kalanlarla evlenmenin helal olduğu açıkça ifade edilmiştir. Kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınlar şunlardır: Anne, anne veya baba tarafından olan büyük anneler, kız, oğlan ve kızın çocukları yani torunlar, kız kardeş, kız ve erkek kardeşin kızları, hala, teyze, eşin annesi, kendisiyle birleşilen eşin başka kocasından olan kızı, oğlun eşi, evlilikleri devam ettiği sürece eşin kız kardeşi ile teyzesi ve halası (eşinden ayrılmadan bunlarla evlenemez), puta, ateşe, yıldıza tapanlar, sütanne, sütkız kardeş, süt hala, süt teyze ve başkalarının nikâhında bulunan kadınlar (Nisa, 4/23-24; Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 43). Bunların dışında kalanlarla, başka bir evlenme engeli de yoksa evlenilmesi caizdir. Nisa Suresinde evlenilmesi yasak olanlar sayıldıktan sonra; “Bunların dışında kalanlarla ise evlenmek size helal kılınmıştır.” (Nisa 4/24) buyrulmuştur.Yukarıda sayılanların dışındaki akrabalarla evliliği yasaklayan bir delil bulunmamaktadır. Bazı kitaplarda nakledilen “Yakın akrabalarla evlenmeyin; çünkü çocuk zayıf doğar.” (İbn Hacer, et-Telhîsu’l-Habîr, III, 309) şeklindeki hadis güvenilir kaynaklarda yer almamaktadır. Bu konuda zikredilen “Zayıf çocuklar dünyaya getirmektesiniz. Bu yüzden yabancı kadınlarla evlenin.” sözü Hz Peygambere (s.a.s.) değil Hz Ömer’e aittir (İbn Hacer, et-Telhîsu’l-Habîr, III, 309). Hz. Peygamber (s.a.s.) halasının kızı Zeynep binti Cahş ile evlendiği gibi (Ahzâb, 33/36-38), kendi kızı Hz. Fatıma’yı da amcasının oğlu Hz. Ali ile evlendirmiştir.


  • Soru

    Ehl-i kitaptan biri ile evlenilebilir mi?

    Cevap

    Dinî değer ve hayatın muhafazası, geliştirilip devam ettirilmesi ve gelecek nesillere aktarılması gibi önemli sosyal fonksiyonlar icra eden aile kurumuna hukukî meşruiyet kazandıran evlenme akdinin sınır ve şartları Kur’an-ı Kerim’de ve sünnette tafsilatlı bir şekilde yer almış, kimlerle evlenilip, kimlerle evlenilemeyeceği detaylı olarak açıklanmıştır.Kur’an-ı Kerim’de, Müslümanların gayrimüslimlerle evlenmelerine bazı sınırlamalar getirilmiş ve Müslüman bir kadın veya erkeğin müşriklerle evlenemeyeceği vurgulanmıştır. Bakara suresinin 221. ayetinde mealen; “İman etmedikleri sürece, Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mü’min bir cariye ondan daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece, Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de iman eden bir köle ondan daha hayırlıdır…” buyrularak konuya açıklık getirilmiştir.Bunların dışında kalan ehl-i kitap (Hristiyan ve Yahudi) kimselerle evlenme konusunda ise; erkek ile kadın ayrı olarak mütalaa edilmiştir. Şöyle ki; “… Mümin kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir.” (Mâide, 5/5) ayeti ile müslüman bir erkeğin ehl-i kitaptan bir kadınla evliliğine izin verilmiştir.Durum böyle olmakla birlikte eş seçiminde Müslüman hanımların tercih edilmesi aile huzuru ve toplumsal uyum açısından daha uygundur.


  • Soru

    Müslüman kadın gayrimüslim bir erkekle evlenebilir mi?

    Cevap

    Müslüman bir kadının müşrik ve dinsiz erkeklerle evlenemeyeceği Kur’an-ı Kerim’de açık bir şekilde vurgulanmıştır: “... İman etmedikleri sürece, Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de iman eden bir köle ondan daha hayırlıdır.” (Bakara, 2/221).Müslüman kadınların Ehl-i kitap erkeklerle evlenmesi konusunda ise; İslam âlimleri, Mekke’den Medine’ye hicret edip gelen kadınlar hakkında nazil olan Mümtehine suresinin 10. ayetinden hareketle, Müslüman bir kadının, gayrimüslim erkekle evlenemeyeceğini ifade etmişlerdir (Bkz. Cassâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, V, 328-331; Kurtubî, el-Câmi’, XX, 419).Günümüze kadar İslam bilginleri arasında Müslüman kadınların gayrimüslim erkeklerle evlenemeyecekleri konusunda herhangi bir görüş ayrılığı olmamış, aksine bu konuda icma oluşmuştur.


  • Soru

    Nikâhın tescili şart mıdır?

    Cevap

    Dînî kurallara uygun olarak yapılan bir nikâh akdi geçerlidir. Ancak evliliğin bir düzene sokulması ve evlenecek olanların gerekli şartları taşıyıp taşımadığının denetlenmesi bakımından, Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminden bu yana nikâhlarda aile büyüklerinin hazır olması, bir hutbe îrâd edilmesi/dua yapılması ve bu arada bir düğün yemeği (velîme) verilmesi müstehap görülmüştür.Tescil gibi bir şekil şartı, ilgili nasslarda yoksa da; vadeli borç ve hakların yazıyla tespitini ve şâhit bulundurulmasını bildiren âyetin (Bakara, 2/282) delâleti, bir akit olması hasebiyle nikâhın da tescil edilmesinin uygun olacağını göstermektedir. Bu tescil, kadının haklarının korunması açısından önemli olduğu için ihmal edilmemelidir.


  • Soru

    Resmi nikâh kıydıran kimse ayrıca dinî nikâh kıydırmalı mıdır?

    Cevap

    İslam’a göre nikâh, evlenme ehliyetine sahip ve aralarında evlenmelerine dinî açıdan bir engel bulunmayan kadın ile erkeğin (veya vekillerinin) şahitler huzurunda “seni nikâhladım, seninle nikâhlandım, seni eş olarak kabul ettim, seninle evlendim.” gibi yoruma ve inkara imkan vermeyecek sözlerle, birbirleriyle evlenmeleri konusunda karşılıklı rızalarını ifade etmelerinden (îcap ve kabul) ibarettir (İbn Nüceym, el-Bahr, III, 82-83). Bu nikâh akdinin gizli değil, evlenecek olanların kendi aileleri ve yakın çevrelerinin bilgisi dâhilinde icra edilmesi gerekir. Bütün şartların yerine getirilmesi neticesinde icra edilen bu şekildeki bir resmi nikâh, dinen de muteberdir. Nikâh dairelerinde kıyılan resmi nikâhlarda nikâh memurunun “evlenmeyi kabul ediyor musun?” şeklindeki sözün tarafların “evet” veya “kabul ediyorum” şeklinde verdikleri cevaplar bu akdin dinen geçersiz olmasını gerektirmez. Çünkü yapılan nikâh akdinin kesin olduğu hem resmi tescille hem de ortam karinesi ile sabittir.Evlenecek kişiler resmi nikâhtan sonra, isterlerse evlerinde veya münasip bir yerde istedikleri kişilere Kur’an-ı Kerim’den bir bölüm okutup dua ettirip nikâh kıydırabilirler. Kurulan yuvanın mutluluklar getirmesi, salih ve sağlıklı nesillere vesile olması için dua edilmesi elbette iyidir. Bu aynı zamanda örfümüze de uygundur. Ancak günümüzde resmi nikâh olmadan dinî nikâh yapılması kadının ve çocukların haklarının korunması açısından uygun değildir. Nitekim Osmanlı Aile Hukuku kararnamesinde de şehrin kadısına kayıt yaptırılması şart koşulmuş ve nikâhın tescili üzerinde ısrarla durulmuştur.


  • Soru

    Nikâhta şahitliğin hükmü nedir?

    Cevap

    Nikâh akdinin geçerli olmasının şartlarından biri de nikâhın şahitler huzurunda akdedilmesidir. En az iki şahit bulunmadan kıyılan nikâh akdi geçerli değildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.); “Şahitler olmadan kıyılan nikâh geçerli olmaz” (Tirmizi, Nikâh, 15) buyurarak nikâhtaki en önemli şartlardan birinin şahitlik olduğunu belirtmiştir. Nikâh akdinde şahitlerin; erkeğin şahidi ve kızın şahidi şeklinde bir ayrıma tabi tutulması şart değildir.Hanefi âlimleri dışındaki müctehidler, şahitlerin ikisinin de erkek olmasını şart koşmuş, Hanefiler ise bir erkek ve iki kadının şahitliğini yeterli görmüşlerdir. Nikâhta şahitliğin şart koşulması aleniliği sağlamak ve yapılan evliliğe şaibe karışmasını önlemek içindir.Ayrıca şahitlerin müslüman ve tam ehliyetli (temyiz gücüne sahip, âkil baliğ) olması gerekir. Şu kadar var ki evlenilecek kadın Ehl-i kitaptan biri ise şahitler de Ehl-i kitaptan olabilir (Merğînânî, el-Hidâye, III, 8).


  • Soru

    Gizli nikâhın hükmü nedir?

    Cevap

    Tarafların şahitler huzurunda irade beyanında bulunmalarına rağmen ailelerinden ve yakın çevrelerinden gizleyerek yaptıkları akit, gizli nikâh olarak adlandırılır. Böyle bir akit, nikâhta bulunması gereken aleniyet niteliğini taşımadığından dinin nikâh ve aile hayatı ile ilgili genel ilkelerine aykırıdır. Sadece iki şahidin bildiği bir nikâh akdinin aleni olduğu söylenemeyeceğinden ailelerin, akrabaların ve komşuların muttali olmadığı bir akit gizli nikâh olmaktan çıkmaz. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) “Bu nikâhı ilan edip duyurun...” (Tirmizî, Nikâh, 6; İbn Mâce, Nikâh, 20); “Haram olan (ilişki) ile helal olan (evlilik) ayıran şey, def çalmak ve duyurmaktır.” (Tirmizî, Nikâh, 6) buyurarak alenîliğin ve hatta tescilin gerekliliğine işaret etmektedir. Hz. Ebubekir de gizlenmesi şartıyla yapılan nikâh akdini geçersiz saymıştır (Sahnun, el-Müdevvene, II, 128,129).


  • Soru

    Anne baba veya diğer velilerin tehdidiyle yapılan nikâh geçerli midir?

    Cevap

    Anne ve babaların, çocuklarının ilerideki yaşantılarında mutlu bir yuva kurmaları için gayret göstermeleri doğru ve gerekli bir davranıştır. Ancak anne-babaların evlenecek gençlerin makul isteklerine ve hür iradelerine saygı duymaları da gerekir. Çünkü nikâh evlenecek kişilerin kendi hür iradeleriyle yapacakları bir sözleşmedir.Her ne kadar bazı mezheplere göre velilerin daha önce hiç evlilik yapmamış kızları zorla evlendirmeleri caiz görülmüş ise de evlilik eşlerin ömür boyu birlikte yaşama, hayatın iyi ve kötü yanlarını birlikte omuzlama anlayışına dayandığı için evlenecek olanların karşılıklı rızalarının bulunmadığı bir nikâh geçerli olmaz. (Merginânî, Hidaye, III, 31-33; Mevsılî, İhtiyar, III, 67; Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-‘inâye, II, 32)


  • Soru

    Mehir ne demektir?

    Cevap

    Erkeğin evlenirken eşine verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği para veya başka bir mala mehir denir. Kur’an-ı Kerim’de, evlenen erkeğin kadına mehir vermek zorunda olduğu ve bunu zorla geri almasının caiz olmadığı konusunda ayetler bulunmaktadır (Bakara, 2/237; Nisâ, 4/4, 20, 24, 25; Mâide, 5/5). Hanefîlere göre mehir, nikâhın sonuçlarından biridir. Bu nedenle nikâh esnasında belirlenmemiş olsa, hatta nikâh esnasında verilmeyeceği şart koşulsa bile evlenen kadın mehre hak kazanır.Mehir nikâh anında belirlenip belirlenmemesine göre ikiye ayrılır. Mehrin miktarı nikâh anında belirlenmişse buna mehr-i müsemmâ denir. Nikâh esnasında mehrin miktarının belirlenmemesi veya belirlenen mehrin bir sebeple geçersiz sayılması halinde, evlenen kadın mehr-i misil hak eder. Bu durumda mehrin miktarı akrabaları arasında her bakımdan kendi konumuna denk olan kadınların aldığı mehrin miktarıdır.Mehir, ödenme zamanına göre, mehr-i muaccel ve mehr-i müeccel olmak üzere ikiye ayrılır: Mehr-i muaccel, peşin olarak ödenen mehirdir. Kadın mehr-i muacceli almadan kocanın evine gitmeme hakkına sahiptir. Mehr-i müeccel ise ödenmesi sonraya bırakılan mehirdir. Bu mehrin ödenmesi için herhangi bir zaman belirlenmişse, bu tarih geldiğinde belirlenen mehrin kadına ödenmesi gerekir. Şayet bir vakit belirlenmemişse, nikâhın sona ermesiyle mehir muacceliyet kazanır ve ödenmesi gerekir. Başka bir deyişle, boşanma halinde kocanın bu mehri ödemesi gerekir; ölüm halinde de, bırakmış olduğu mirastan ödenir.Mehir olarak maddi veya mali değeri olan her türlü menfaat tespit edilebilir. Mehrin en az miktarı Hanefîlere göre 10 dirhem (o dönemlerde yaklaşık iki koyun bedeli), Mâlikîlere göre ise 3 dirhem gümüştür.Şâfiî ve Hanbelî hukukçulara göre ise mehrin alt veya üst sınırı yoktur. Mehrin üst sınırının olmadığı konusunda Hanefî ve Mâlikîler de diğer iki mezhep gibi düşünmektedir. Hz. Ömer kendi halifeliği döneminde evlilikleri kolaylaştırmak için mehre üst sınır getirmek istemiş, fakat bir kadının “…Onlara kantarla vermiş olsanız da hiçbir şeyi geri almayın...” (Nisâ, 4/20) âyetini delil getirmesi karşısında bu düşüncesinden vazgeçmiştir.Mehir, kadını hem evliliğe ısındırmak hem de ona belli bir malî güç kazandırmak düşüncesiyle öngörülmüştür.


  • Soru

    Kadın hangi durumlarda mehir alamaz?

    Cevap

    Nikâh akdi yapıldıktan sonra eşler arasında cinsel birleşme veya sahih halvet (cinsel ilişkide bulunmalarına herhangi bir engel olmayan bir ortamda başbaşa kalmaları) gerçekleşirse, erkek, kadına mehrinin tamamını vermekle yükümlüdür (İbnü’l-Hümâm, Feth, III, 311).Evlenme akdi sahih olur, fakat ilişki veya sahih halvetten önce kadının sebep olmasıyla ayrılık vaki olur veya kadın mehri karşılığında eşinden ayrılma yoluna giderse (muhâlaa) mehir hakkı düşer (İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 62-63; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, III, 309; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I, 334).


  • Soru

    Mehrini eşine bağışlayan kadın daha sonra bu bağışından dönebilir mi?

    Cevap

    Mehrini aldıktan sonra eşine bağışlayan kadın bunu teslim etmeden önce bağışından dönebilir; zira teslim gerçekleşmediği için hibe akdi tamamlanmamış; yani bağış gerçekleşmemiştir. Ancak hibe edilen mehrin teslimi gerçekleşirse kadının bu hibeden vaçgeçme hakkı yoktur (Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 48, 52). Şayet kadın mehrini almamış ve kocasının zimmetinde borç olarak bulunuyorsa bu mehrini bağışlar ve koca da kabul ederse artık geri dönemez. Çünkü borç kocanın zimmetinde olduğu için hibe akdiyle kabz (teslim alma) tamamlanmış olur.Şu da bilinmelidir ki, mehrin veya başka bir malın hibesinden maksat, eşler arasında bağlılığı ve kaynaşmayı güçlendirmektir. Hibeden dönmek ise bu bağlılığı ve kaynaşmayı koparmak anlamına gelir; eşler arasında sevgisizliğe ve soğukluğa sebep olur.


  • Soru

    Mehri ödenmeden ölen kadının mehrinin hükmü nedir?

    Cevap

    Mehir kadının nikâh ile hak kazandığı bir alacağıdır (Nisâ 4/4, 24). Kadın hayatta iken kocası bu hakkını vermemişse ölümünden sonra mirasçılarına vermek zorundadır (Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 91). Dolayısıyla kadın ölünce henüz almadığı mehri de dâhil olmak üzere kendisine ait mal varlığı, teçhiz ve tekfin işlemi yapılıp, borçları ödendikten ve vasiyeti şartlarına uygun olarak yerine getirildikten sonra, mirasçılarına intikal eder. Koca da diğer mirasçılar gibi hissesi oranında karısının mirasından pay alır.


  • Soru

    Kadın mehir olarak mal olmayan bir şey isteyebilir mi?

    Cevap

    İslam’da satışı veya kullanılması mubah olan her şey mehir olarak verilebilir. Taşınır ve taşınmaz mallar, zinet eşyası, standart (mislî) olan şeyler ve hatta taşınır veya taşınmaz bir maldan yararlanma hakkı da bunlar arasındadır (Kâsânî, Bedâî’, II, 279).Mal olarak ekonomik karşılığı olmayan ve sadece dinen taat olan (sevap kazanmaya vesile olan amel) bir şeyin mehir olarak verilip verilemeyeceği, Kur’an-ı Kerim’i veya dinî hükümleri öğretmenin mehir sayılıp sayılmayacağı fakihler arasında tartışılmıştır. Hanefîler mehrin maddî değeri olması ilkesinden hareketle bunu caiz görmezken (İbnü’l-Hümâm, Feth, III, 308) diğer bazı mezhepler Kur’an ve fıkıh öğretimi gibi işlerin mehir olabileceğini söylemişlerdir (Şevkânî, es-Seylü’l-Cerrâr, II, 277; Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, VII, 260-264).Kadının evleneceği erkekten mehir olarak kendisini hacca götürmesini istemesi konusunda da aynı ihtilaflar geçerlidir. Ancak hacca götürme maddi bir külfet gerektirdiği ve burada amaç erkeğin kadına hizmeti değil, hac masraflarını karşılama olduğu için bunun caiz olduğu görüşü tercih edilmelidir.Diğer taraftan evlenecek kadının mehir olarak muhatabının “namaz kılmasını, oruç tutmasını, sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıkları terk etmesini istemesi” –ki, bunlar zaten kişinin yerine getirmesi gerekli görevler olduğu için- mehir olmaz.


  • Soru

    İki bayram arasında evlenmek caiz midir?

    Cevap

    Ülkemizin bazı yörelerinde, Ramazan ile Kurban Bayramları kast edilerek “İki bayram arasında düğün yapılmaz ve nikâh kıyılmaz.” denilmektedir. Bu sözün dinî yönden hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Âişe (r.a.) iki bayram arasında yer alan Şevval ayında evlenmişlerdir (Müslim, Nikâh, 73). Şartlar ve imkânlar müsait olduğu zaman senenin bütün günlerinde ve günün her saatinde düğün yapılabilir, nikâh kıyılabilir. Yani nikâh için belli bir zaman ve vakit yoktur. Bu sebeple iki bayram arasında düğün yapmakta ve nikâh kıydırmakta dinimiz açısından hiçbir sakınca bulunmamaktadır.


  • Soru

    Kayıp olup da hayatta olup olmadığı bilinmeyen bir kişinin eşi başkasıyla evlenebilir mi?

    Cevap

    Kaybolup da kendisinden haber alınamayan, yeri ve hayatta olup olmadığı bilinmeyen kişiye “mefkûd” denilir.Fakihler, mefkûdün eşinin boşanma hakkı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefîler “hükmen ölüm kararı” için, “akranlarının vefatına veya ortalama olarak yaşayabileceği azami süre için farklı görüşlere göre 62 ilâ 120 yıl kadar beklemek gerekeceği” görüşünü benimsemişler; ayrıca bu durumu, eşinin müracaatı üzerine mahkeme tarafından “evlilik bağına son verilebilmesine imkân sağlayan bir gerekçe” saymamışlardır (Serahsî, el-Mebsût, XI, 35-36).Hanbelî mezhebinde, “mefkûd/kayıp” kişinin ortalama olarak yaşayabileceği süre dolunca (Haraşî, Şerhu Muhtasar, IV, 149-151); Şâfıî mezhebindeki yaygın görüşe göre de “daha fazla yaşamayacağına kanaat getirildiğinde” ölü sayılmasına karar verilebilecektir (Şâfıî, el-Ümm, VI, 608-609; Şirbîni, Müğni’l-Muhtâc, III, 520-521).Mâlikilere göre ise eşinin müracaatı üzerine hâkim gerekli araştırmayı yapar. Bilgi edinilmesinden ümit kesilmesi halinde “dört yıl” beklenir; bu süre bitince hâkim ayırma kararı verir ve kadın vefat iddetini bekledikten sonra başkasıyla evlenebilir (Sahnûn, el-Müdevvene, III, 742-743; Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, V, 784-785). 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nde de konu bu görüşe göre düzenlenmiştir. Bu içtihat maslahata daha uygundur. Buna göre kocasından dört yıl veya daha fazla haber alamayan kadın, bu son görüşe göre boşanmak üzere mahkemeye başvurabilir. Mahkemenin boşaması halinde vefat iddeti bekledikten sonra başka biriyle evlenebilir (HAK, md. 126, 127).


  • Soru

    Baba çocuğunu evlendirmekle yükümlü müdür?

    Cevap

    İslam âlimleri erkek çocukların nafakalarının, çalışıp kendi rızıklarını kazanacakları zamana kadar babalarına ait olduğunda görüş birliğine varmışlar ancak, babanın evladını evlendirmek zorunda olup olmadığı konusunda farklı görüşler serdetmişlerdir. Hanefî ve Şâfiî âlimleri babanın, çocuğunu evlendirmesinin vacip olmadığını söylerken, Hanbelî âlimleri, ‘çocuğun nafakası babasına aitse babası onu evlendirmek zorundadır’ demişlerdir (Mâverdî, el-Hâvî, IX, 183-184; İbn Kudâme, el-Muğnî, XI, 380).Meseleye dinen vacip olup olmama noktasından bakınca durum böyle olmakla beraber, maddi imkânı iyi olan bir babanın kendi parası ile evlenme imkânı bulamayan evladını evlendirmesinin güzel bir davranış olacağında şüphe yoktur. Nitekim Hz. Peygamberden (s.a.s.) rivayet edilen bir hadiste; “Evladın baba üzerindeki hakkı üçtür: Ona güzel bir isim koyması, okuma yazma öğretmesi ve zamanı geldiğinde onu evlendirmesi.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, II, 538) buyrulmuştur. Ayrıca Yüce Allah; “Ey İman edenler, kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun.” (Tahrim, 66/6) buyurmaktadır. Buna göre, imkânı olan bir babanın, evlenmeye ihtiyaç duyan evladını evlendirerek onun günaha girmesine mani olması, yukarıdaki ayetin babaya yüklediği sorumluluklar arasında sayılmalıdır.


  • Soru

    Otuz iki farzı bilmeyen bir kişinin nikâhı geçersiz olur mu?

    Cevap

    İslam’a göre nikâh, evlenme ehliyetine sahip ve evlenmelerinde dinî açıdan bir engel bulunmayan kadın ile erkeğin (veya vekillerinin) şâhitlerin huzurunda, birbirleriyle evlenmeleri konusunda karşılıklı rızalarını ortaya koymalarından ibaret bir akittir. İslam’ın belirlediği rükün ve şartlar gözetilerek akdedilen nikâh geçerlidir (Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 39).32 farz tabiri, imanın ve İslam’ın şartları ile guslün, abdestin, namazın ve teyemmümün farzlarını ifade etmektedir. Dinin temel emirlerine ait detayların öğretimini kolaylaştırmak için formüle edilmiştir. Her Müslümanın dinini doğru bir şekilde yaşayabilmesi için, kendisine lazım olan bilgileri öğrenmesi gerekir. Bununla birlikte 32 farzı bilmek, nikâhın sahih olması için gerekli olan şartlardan olmadığından bunları bilemeyenlerin de nikâhı geçerlidir.


  • Soru

    Âdetli iken nikâh kıydırılabilir mi?

    Cevap

    Nikâh akdi esnasında hükmî kirlilik sayılan; hayız, cünüplük ve abdestsizlikten temiz olmak nikâhın geçerli olması için şart değildir. Bu nedenle âdetliyken kıyılan nikâh geçerlidir.


  • Soru

    Ehl-i kitaptan olan kadının nikâhı nasıl kıyılır? Şahitlerin Ehl-i kitaptan olmaları caiz midir?

    Cevap

    Ehl-i kitaptan olan bir kadınla yapılan nikâh akdi, şekil, hüküm ve icra itibariyle aynen müslüman kadınla yapılan nikâh akdi gibidir. İki tarafın da Müslüman olduğu nikâhtan farklı olarak bu akitte şahitlerin ehl-i kitaptan olmaları Hanefî mezhebine göre caizdir. Ehli kitaptan olan kadına nikâh kıyılırken, evlenme hükümleri açısından başka bir farklılık söz konusu değildir (Serahsî, el-Mebsût, V, 33).


  • Soru

    Cuma geceleri bazı camilerde yapılan nikâh tazelemenin hükmü nedir?

    Cevap

    Dinî hükümlere göre bir kadının boş olması veya nikâhının düşmesi için; fesih, boşama yetkisi kendisinde bulunan kocanın veya mahkemenin onu boşaması, karşılıklı rıza ile boşanma, “liân”, “îlâ” veya eşlerden birinin dinden çıkmayı gerektiren bir sözü söylemesi gibi evlilik birliğini sona erdiren durumlardan birinin meydana gelmesi gerekir (Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 137-250). Böyle bir durum olmadığı sürece, şartlarına uygun yapılan nikâh, ömür boyu geçerli olduğundan nikâh tazelemek gerekli olmayıp Cuma gecelerinde bazı camilerde topluca yapılan bu tür uygulamaların dini bir dayanağı da yoktur.


  • Soru

    Mazeretsiz olarak cuma namazına üst üste üç defa gitmeyenin nikâhı düşer mi?

    Cevap

    Cuma namazı, akıllı, ergenlik çağına erişmiş, sağlıklı, hür ve misafir olmayan Müslüman erkeklere farz kılınmıştır. Kadınlar, hürriyeti kısıtlı olanlar, yolcular ve cemaate gelemeyecek kadar mazereti olanlar Cuma namazı kılmakla yükümlü değildirler.Cuma namazını terk edenlere yönelik tehditkâr ifadeler taşıyan hadisler, Cumanın önemini vurgulamak ve mazeretsiz terk edenlerin cezayı hak edeceklerini bildirmek amacını taşırlar. Bu hadislerden bir kısmında Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Birtakım insanlar ya Cuma namazını terk etmeyi bırakırlar yahut da Allah onların kalplerini mühürler, artık gafillerden olurlar.” (Müslim, Cuma, 40); “Her kim önemsemediği için üç Cumayı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler.” (Ebû Davûd, Salât, 212).Buna göre, özürsüz olarak Cuma namazını terk eden bir Müslüman büyük günah işlemiş olur. Fakat farziyetini inkâr etmedikçe ve hafife almadıkça; cumayı üç kez terk etmekle nikâhı düşmez.


  • Soru

    Hz. Peygamberin (s.a.s.) çok evliliği nasıl izah edilebilir?

    Cevap

    Çok evlilik konusunda Hz. Peygamberin (s.a.s.) özel bir durumu olduğu şüphesizdir. O’nun hayatının sonlarına doğru dokuz hanımı bir nikâh altında toplamış olması, bazıları tarafından dünyevî zevklere düşkünlükle yorumlanmak istenmiştir. Oysa onun evliliklerine bakıldığında durumun böyle olmadığı görülür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) 25 yaşında iken ilk evliliğini, kendisinden yaşça hayli büyük ve dul bir kadın olan Hz. Hatice (r.a.) ile yapmış ve bu evlilik yaklaşık 25 yıl sürmüştür. Kendisine yapılan onca teklife rağmen hayatının bu zinde döneminde başka bir kadınla evlenmemiştir.Hz. Peygamberin (s.a.s.) çok evlenmesinin başlıca sebepleri şunlardır:a) Onun getirdiği din şüphesiz erkekler kadar kadınları da ilgilendiriyordu. Kadınlara yönelik tebliğlerde Hz. Peygamberin (s.a.s.) hanımları eğitim ve öğretim görevini ifa ediyorlardı. Hz. Hatice’nin Peygamberliğin ilk döneminde, Hz. Peygambere yardım ve destek konusunda göstermiş olduğu büyük fedakârlıklar herkesçe bilinmektedir. Hz. Peygamberden (s.a.s.) sonra uzun seneler yaşamış olan Hz. Aişe de, hadis rivayetinde, Hz. Peygamberin (s.a.s.) ahlak ve özel hayatı konusunda ve kadınlara ait özel durumlara ilişkin hükümlerde Müslümanlara adeta öğretmenlik yapmıştır. Diğer eşlerinden her biri de kendi çevrelerinde ve değişik şekillerde Hz. Peygamberin (s.a.s.) sünnetinin öğretilmesine katkıda bulunmuşlardır.b) Hz. Peygamberin (s.a.s.) eşlerinin hemen her biriyle ilgili özel evlenme sebepleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında Sevde, Zeynep ve Hind ile evlenmesinde olduğu gibi kocasının ölümü üzerine dul ve desteksiz kalan ve İslam’a bağlılıkta sebat eden mümin kadınları himayesine alma, onları ödüllendirme; önceden evlatlığı olan Zeyd’in boşadığı Zeynep ile evlenmesinde olduğu gibi evlatlığı öz evlat olarak görme şeklindeki yanlış anlayışları değiştirmede fiilen öncülük etme; Hafsa, Ümmü Habibe ve Safiye ile evlenmesinde olduğu gibi ashabın ileri gelenleriyle, köklü Arap kabileleriyle ve komşu halklarla akrabalık kurarak İslam toplumunun bütünleşmesini sağlama gibi amaç ve sebepler sayılabilir.


  • Soru

    “Müt’a nikâhı” ne demektir, hükmü nedir?

    Cevap

    Aralarında dinî açıdan evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının, erkeğin vereceği bir bedel karşılığında belirli bir süre karı-koca hayatı yaşamak üzere anlaşmalarına müt’a nikâhı denmektedir.İslam öncesi dönemde müt’a zaman zaman başvurulan bir uygulama olarak mevcuttu. Hz. Peygamber de tedrîcîlik (belli bir sürece yayarak hukukî düzenleme yapma) ilkesi gereği ilk dönemlerde bu uygulamaya engel olmamıştı. Ancak, aile ve toplumun dokusuna zarar verebilecek olan bu uygulama biçimi bilahare yasaklanmıştır (Tirmizî, Nikâh, 28).Abdullah b. Abbas, “Onlar ki, ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunanlar bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.” (Mü’minûn 23/5-7) âyetlerinin nazil olmasıyla müt’anın yasaklandığını ifade etmiştir (Tirmizî, Nikâh, 28).Hz. Ali (r.a.) de, Hz. Peygamberin (s.a.s.) Hayber gazvesi sırasında, müt’ayı yasakladığını bildirmiştir (Buhârî, Megâzî, 39; Müslim, Nikâh 29; Tirmizî, Nikâh, 28; Nesâî, Nikâh, 71).Söz konusu âyete ve ilgili rivayetlere dayanarak, tarih boyunca ehl-i sünnet âlimleri müt’a nikâhı uygulamasının haram olduğunda ittifak etmişler ve bu konuda görüş birliği (icma) hâsıl olmuştur.Esas itibariyle İslam dininde nikâh ve ailenin fert ve toplum açısından ifade ettiği amaç ve anlam dikkate alındığında, Ehl-i Sünnet bilginleri tarafından benimsenen bu görüşün çağımız değerleri açısından da gayet tutarlı ve isabetli olduğu görülür.


  • Soru

    Düğünde eğlenmenin hükmü nedir?

    Cevap

    İslam dini, gerek inanç ve ibadet esasları, gerekse sosyal hayat ve ahlâk ilkeleri itibariyle, fert ve toplum olarak insanın yaratılışına uygundur. Fıtrat dini olan İslam’ın, insanın fıtrat gereği olan ihtiyaç ve arzularının karşılanmasına önem vereceği açıktır. Bu itibarla, insanın maddi/bedensel ihtiyaç ve isteklerinin karşılanmasını mubah gördüğü gibi, ruhi-manevî, bedîî- estetik ihtiyaç ve arzularının karşılanmasını da aynı şekilde mubah görmüştür.Burada düğünlerde müzikli eğlence yapmanın sakıncalı olup olmadığı akla gelmektedir. Kur’an ve sünnette de müzik dinlemenin haram olduğunu ve müzik dinleyenlerin günahkâr olacağını ispata yetecek yeterli açık delil bulunmadığı görülmektedir. Nitekim Resûlullah (s.a.s.), nikâhın duyurulması için def çalınmasını öğütlemiştir (Tirmizî, Nikâh, 6). Yine bir bayram günü Hz. Âişe’nin yanında def çalıp türkü söyleyen iki kız çocuğunu yadırgayanları “Bırakın bu gün bayramdır.” diyerek uyarmıştır (Müslim, Îydeyn, 4).Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Benim yanımda iki kız çocuğu, Buas savaşı ile ilgili hamâsî ezgiler söylerken Resûlullah (s.a.s.) çıkageldi. Gidip yatağın üzerine yan üstü uzandı ve yüzünü de aksi istikamete çevirdi, derken babam Ebu Bekir (r.a.) içeri girdi. Beni azarladı ve ‘Resûlullah’ın hane-i saadetlerinde şeytan çalgısı ha!’ dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), ona yönelip ‘Bırak onları (söylesinler!)’ buyurdu. Onlar sohbete dalıp, bizden dikkatlerini çekince, ben çocuklara göz işareti yaptım, kalkıp gittiler.” (Buhari, Îydeyn, 2) Diğer bir rivayette Hz. Âişe (r.a.) der ki: “Bir bayram günüydü. Habeşliler, mescitte kılıç-kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Resûlullah’tan (s.a.s.) talep etmiştim yoksa o mu dedi, bilemiyorum;- Seyretmek ister misin? buyurdular. Ben de,- Tabii! dedim. Kalktı, beni arkasına aldı, yanağım yanağına yakın halde durduk.- Ey Erfideoğulları göreyim sizi (oynayın)! diyordu. Ben usanıncaya kadar böyle devam ettik. (Usandığımı fark edince),- Yeter mi? buyurdular. Ben,- Evet! dedim. Bunun üzerine;- Öyleyse git! dediler.” (Buhârî, Îydeyn 2; Müslim, Îydeyn, 4)Amir İbn Sa’d (r.a.) anlatıyor: “Bir düğün sırasında Karaza İbn Ka’b ve Ebu Mes’ûd el-Ensâri’nin yanına girdim, bazı kız çocukları şarkı söylüyorlardı. Ben dayanamayıp, ‘Sizler, Resûlullah’ın (s.a.s.) Bedir ashabından olun da yanınızda şu iş yapılsın, olacak şey değil!’ dedim. Bunun üzerine onlar, ‘Otur, dilersen bizimle dinle, dilersen git, Bize düğünde eğlenme ruhsatı verildi!’ dediler.” (Nesâî, Nikâh, 80)Bütün bunları göz önünde bulunduran âlimler, düğünlerde ve bayramlarda insanların haram sözler söylemeden ve haram işler işlemeden def çalıp, türkü söyleyip oynayabileceklerini ve eğlenebileceklerini söylemişlerdir (Bkz. Kettânî, et-Terâtîbu’l-idâriyye, II, 79-80). Ancak haram olan bir şeyi tasvir etmek, haramları güzel göstermek, cinsel duyguları tahrik etmek ve mahremiyet kurallarına riayet etmemek gibi davranışlar caiz değildir.

keyboard_arrow_up